Kısmet Şov | istanbul'da stand up ve gezici komedi kulübü

Sahne korkusu olan? Yaşadıkları günlük hayatı ve Türkiye’nin kendine özgü politik iklimini stand-up şovlarıyla yorumlayan Deniz Alnıtemiz, Deniz Özturhan ve Kaan Sezyum’un yer aldığı son derece eğlenceli, tuhaf hikayelerin dile geldiği gezici mizah festivali Kısmet Şov’dan kısa bir bukle yapıyoruz...!

"İyi akşamlar... Merhaba... Hepiniz Kısmet Şov'a hoşgeldiniz. Bu kadar kalabalık olmanızı beklemiyorduk biz. Bu kadar kalabalık olunca, içeride büyük bir heyecan oldu, çok korkanlar oldu!

Kısmet Şov sahneye çıkmaktan çok korkan ama isteyen insanların belki bir kalabalık olursa arada kaynarız kafasıyla bir araya gelip sahneye çıkmasıyla başladı. Size Kısmet Şov'dan bahsedeyim. Oraya geldiniz değil mi? Herkes Kısmet Şov'a geldiğinden emin. Kısmet Şov gezici mizah festivali diye adlandırmaktan hoşlanıyor kendisini. Geziciliğimiz şuradan geliyor. Birincisi biz sahnede böyle elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı bilemediğimiz ve bir oyunculuk yeteneğimiz olmadığı için geziyor oluyoruz. İkincisi, çok değişik yerlerde gösteri yaptık. İşte Kiki'den, Kargart'a, Kemancı'ya… İşte Simit Sarayı var, Alman Hastanesi var. Yani çok zor günlerimiz oldu. İşte seyirciye içki vererek başlamıştık biz, üzerine bira ısmarlayarak. Viski verdiğimiz günler oldu. Sonra işte bir işe çevirdik. Sonra viski aldığımız mı? Bir işe çevirdik dediğin de en iyi zamanında…  Kira ödetti mi henüz? Hayır canım hayatta yani. Ama küçük bir tatile götürür. Yani şeye kadar götürür… Bostancı'ya. Taksiyle Bostancı'ya götürür. Evet götürür. Her şey de tarz olmasın tamam mı? Ben kötü giyiniyorum. Ben barışığım bununla. Çünkü üzerimdeki her şey hacı. Ya da bedava havadan geldi. Çorapları arkadaşlar yolladı. Çok eski manitadan indirdim. Bunu annem aldı. Kemer kardeşten. T-shirt, işyerinde Threadless'en t-shirt söyleyen arkadaşa kitledim. Annemden. Bu da evinde çok uzun süre kaldığım bir arkadaştan üzerime çok uzun süre giymek suretiyle kendime ait hale getirdiğim  malzeme. Ben anlatayım.

Ben Kaan Sezyum. Türkiye beni mizahın yeni soluğu olarak tanıyor. Bunun için de gerçekten Twitter olsun değişik mizah dergileri olsun, yazılar yazıyorum. Aynı zamanda web üstadıyım. 21. yüzyıldayız ve hala malesef ülkemizde bir kadının evlenmesi için gereken kalifikasyonlardan bir tanesi ne? Bekaret. Yani hala Facebook'ta gruplar var. “İkinci el kız istemiyoruz" falan diye. Binlerce erkek üye oluyor. Lan oğlum başka siteye giriyorum “nefes alsın yeter" diyorsun. Anlamıyorumki ben. "Ayağı yere değsin yeter." Öyle şeyler var. Bir o var, "ikinci el istemiyoruz var." Araba modeli olduğumuz için biz…

Ben Deniz Özturhan. İzmir'li bir kızım. Demesi bile çok keyifli. Yaşaması nasıl keyiflidir bilemiyorum. Ya gerçekten çok keyifli. Şu andaki planım İstanbul'dan ayrılıp, güzel bir yerde kışın bir kaç ay oturup çalışmak ve yazı yazmak. Bir tane de işte yine muhteşem ikili dediğim bir adam var. Onun da Louis Vuitton cüzdanı var. Akbili var. Hiçbirini anlamadım, gerçekten hiç anlamadım. Akbile nereden para koyuyoruz mesela, Louis Vuitton'un içi boş çünkü yüksek ihtimalle. Çünkü dolmuştayız. Neden Louis Vuitton, niye Marc Jacobs değil madem falan… Deniz Alnıtemiz. Reklamcı olduğumu gizliyorum insanlardan ama oldukça uzun bir süre reklamcılık yaptım  ve yani en son böyle House izlerken tırnaklarımı törpülüyordum. O kadar sıkılmıştım ve bunun bir kısmı tasarımcılık bir kısmı metin yazarlığı. Ben açıkçası Bülent Ersoy'u Başbakanlığa istiyorum. Yani başbakanımız olsun istiyorum. Ama sebeplerim farklı. Bir kere çok havalı ve çok gotikliğiyle, duruşuyla falan… düşünsene G8'e giriyor Bülent Hanım. Merkel'e bir göt. Japon Başbakan'a "Çekil çekik" falan yapıyor. Zaten Sarkozy onun kırmızı tüllerinin arasında kaybolmuş. Baya direkt kafadan G8'deyiz. Geçenlerde magazin programında şöyle bir şey oldu. Buna soruyorlar; "Uçak almışsınız Bülent Hanım" diyorlar. "Evladım ben uçağı parmağımda taşıyorum" yapıyor.  Al bunu götür İMF'nin karşısına, "Bülent Hanım sizin bu ülkenin borçları?", "Hayatım al bunu borçlar kapansın. Üzerine de iki tane Yunan adası sar oradan, haydi." 'Tamam. Kemeri al sen de." Yunanistan'a da onu veriyor. "Haydi toplayın kendinizi." Katılmak isteyen birileri varsa biz böyle anlatacak güzel şeyleri olan insanlara açığız. Ne bileyim, bir video ya da ses kaydı yollayabilirler. Bu işler videoyla oluyor. Biz artık akıyoruz. 120 ile filan gidiyoruz. Dolmuşta daha önce 120 ile giden varsa bilir. Benim tutunamayanlar dediğim bir durum başlıyor. Çünkü dolmuş öyle bir şey değil. O yüzden değişik şeylere tutunmak gerekiyor. Yani mesela böyle yukarıdaki döşemenin dikişlerine tutunan vardır, tırnağını geçiren. Cama kendini vantuzlayan vardır. Ben ayağımı sert basarım. Benim olayım o. Kesin de hiç bir şey olmayacak hiçbirimize araba çarparsa… ve uçuyoruz yani. Adam böyle bir frekans ayarladı, dolmuşçu. O günden beri o frekansı arıyorum. Bulamadım. Kayıp frekans gibi bir şey. Şöyle bir anons duyduğumu düşünüyorum. "Sıradaki parça İstanbul'dan dinleyicimiz Orhan Pamuk'a geliyor." "İlle de Roman olsun" gibi bir şey." 

 

Yapımcı & Yönetmen : Deniz Gül & Gizem Elçi

İyi akşamlar. Merhaba. Hepiniz Kısmet Şov'a hoşgeldiniz. Bu kadar kalabalık olmanızı beklemiyorduk biz. Bu kadar kalabalık olunca, içeride büyük bir heyecan oldu, çok korkanlar oldu. Kısmet Şov sahneye çıkmaktan çok korkan ama isteyen insanların belki bir kalabalık olursa arada kaynarız kafasıyla bir araya gelip sahneye çıkmasıyla başladı. Size Kısmet Şov'dan bahsedeyim. Oraya geldiniz değil mi? Herkes Kısmet Şov'a geldiğinden emin. Kısmet Şov gezici mizah festivali diye adlandırmaktan hoşlanıyor kendisini. Geziciliğimiz şuradan geliyor. Birincisi biz sahnede böyle elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı bilemediğimiz ve bir oyunculuk yeteneğimiz olmadığı için geziyor oluyoruz. İkincisi, çok değişik yerlerde gösteri yaptık. İşte Kiki'den, Kargart'a, Kemancı'ya… İşte Simit Sarayı var, Alman Hastanesi var. Yani çok zor günlerimz oldu. İşte seyirciye içki vererek başlamıştık biz, üzerine bira ısmarlayarak. Viski verdiğimiz günler oldu. Sonra işte bir işe çevirdik. Sonra viski aldığımız mı? Bir işe çevirdik dediğin de en iyi zamanında…  Kira ödetti mi henüz? Hayır canım hayatta yani. Ama küçük bir tatile götürür. Yani şeye kadar götürür… Bostancı'ya. Taksiyle Bostancı'ya götürür. Evet götürür. Her şey de tarz olmasın tamam mı? Ben kötü giyiniyorum. Ben barışığım bununla. Çünkü üzerimdeki her şey hacı. Ya da bedava havadan geldi. Çorapları arkadaşlar yolladı. Çok eski manitadan indirdim. Bunu annem aldı. Kemer kardeşten. T-shirt , işyerinde Threadless'en t-shirt söyleyen arkadaşa kitledim. Annemden. Bu da evinde çok uzun süre kaldığım bir arkadaştan üzerime çok uzun süre giymek suretiyle kendime ait hale getirdiğim  malzeme. Ben anlatayım. Ben Kaan Sezyum. Türkiye beni mizahın yeni soluğu olarak tanıyor. Bunun için de gerçekten Twitter olsun değişik mizah dergileri olsun, yazılar yazıyorum. Aynı zamanda web üstadıyım. 21. yüzyıldayız ve hala malesef ülkemizde bir kadının evlenmesi için gereken kalifikasyonlardan bir tanesi ne? Bekaret. Yani hala Facebook'ta gruplar var. “İkinci el kız istemiyoruz" falan diye. Binlerce erkek üye oluyor. Lan oğlum başka siteye giriyorum “nefes alsın yeter" diyorsun. Anlamıyorumki ben. "Ayağı yere değsin yeter." Öyle şeyler var. Bir o var, "ikinci el istemiyoruz var." Araba modeli olduğumuz için biz…

Ben Deniz Özturhan. İzmir'li bir kızım. Demesi bile çok keyifli. Yaşaması nasıl keyiflidir bilemiyorum. Ya gerçekten çok keyifli. Şu andaki planım İstanbul'dan ayrılıp, güzel bir yerde kışın bir kaç ay oturup çalışmak ve yazı yazmak. Bir tane de işte yine muhteşem ikili dediğim bir adam var. Onun da Louis Vuitton cüzdanı var. Akbili var. Hiçbirini anlamadım, gerçekten hiç anlamadım. Akbile nereden para koyuyoruz mesela, Louis Vuitton'un içi boş çünkü yüksek ihtimalle. Çünkü dolmuştayız. Neden Louis Vuitton, niye Marc Jacobs değil madem falan… Deniz Alnıtemiz. Reklamcı olduğumu gizliyorum insanlardan ama oldukça uzun bir süre reklamcılık yaptım  ve yani en son böyle House izlerken tırnaklarımı törpülüyordum.  O kadar sıkılmıştım ve bunun bir kısmı tasarımcılık bir kısmı metin yazarlığı. Ben açıkçası Bülent Ersoy'u Başbakanlığa istiyorum. Yani başbakanımız olsun istiyorum. Ama sebeplerim farklı. Bir kere çok havalı ve çok gotikliğiyle, duruşuyla falan… düşünsene G8'e giriyor Bülent Hanım. Merkel'e bir göt. Japon Başbakan'a "Çekil çekik" falan yapıyor. Zaten Sarkozy onun kırmızı tüllerinin arasında kaybolmuş. Baya direkt kafadan G8'deyiz. Geçenlerde magazin programında şöyle bir şey oldu. Buna soruyorlar; "Uçak almışsınız Bülent Hanım" diyorlar. "Evladım ben uçağı parmağımda taşıyorum" yapıyor.  Al bunu götür İMF'nin karşısına, "Bülent Hanım sizin bu ülkenin borçları?", "Hayatım al bunu borçlar kapansın. Üzerine de iki tane Yunan adası sar oradan, haydi." 'Tamam. Kemeri al sen de." Yunanistan'a da onu veriyor. "Haydi toplayın kendinizi." Katılmak isteyen birileri varsa biz böyle anlatacak güzel şeyleri olan insanlara açığız. Ne bileyim, bir video ya da ses kaydı yollayabilirler. Bu işler videoyla oluyor. Biz artık akıyoruz. 120 ile filan gidiyoruz. Dolmuşta daha önce 120 ile giden varsa bilir. Benim tutunamayanlar dediğim bir durum başlıyor. Çünkü dolmuş öyle bir şey değil. O yüzden değişik şeylere tutunmak gerekiyor. Yani mesela böyle yukarıdaki döşemenin dikişlerine tutunan vardır, tırnağını geçiren. Cama kendini vantuzlayan vardır. Ben ayağımı sert basarım. Benim olayım o. Kesin de hiç bir şey olmayacak hiçbirimize araba çarparsa… ve uçuyoruz yani. Adam böyle bir frekans ayarladı, dolmuşçu. O günden beri o frekansı arıyorum. Bulamadım. Kayıp frekans gibi bir şey. Şöyle bir anons duyduğumu düşünüyorum. "Sıradaki parça İstanbul'dan dinleyicimiz Orhan Pamuk'a geliyor." "İlle de Roman olsun" gibi bir şey. 

 

MEKAN BİLGİLERİ

Adres: Kadıköy, Beyoğlu

YORUM YAP